İstanbul

Haydarpaşa

İstanbul

Haydarpaşa

İstanbul

Haydarpaşa

İstanbul

Haydarpaşa

İstanbul

Haydarpaşa

30 Nisan 2012 Pazartesi

KATIK'A KATIK OLMAK


Yaşamın her alanında karşılaşılan kağıt toplayıcıları, sosyal hayattan da geri kalmamak amacıyla örgütlü bir biçimde hareket etmektedir. Kağıt toplayıcıların, bir araya gelerek kurdukları Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nin ardından bir de dergi çıkardıkları bilinmektedir. “Katık” isimi verilen bu dergide siyasetten, spora kadar her türlü alanda yazılar bulmak mümkündür.  Tamamen kağıt toplayıcıların emeğiyle çıkarılan “Katık” hakkında, daha fazla bilgi edinebilmek için Dilan Hanım ile Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nde bir röportaj gerçekleştirdik.   Derginin hazırlanmasından ve çıkarılmasından sorumlu olan Dilan Hanım’a, dergiye dair sorulan tüm sorulara verdiği cevaplardan dolayı bir kez daha teşekkür ederiz.

Proje Grubu: Dergi çıkarma fikri nasıl ortaya çıktı?
Dilan Hanım:  İlk başta dergiyi çıkarmak için bir sürü nedenimizin olduğunu söylemeliyim. 2007 yılının son ayında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ücretsiz dağıttığı bültende bizimle ilgili bir haber çıktı. “Kaçak çöp avcılarına geçit yok” başlıklı haberde direk olarak bizi ve derneğimizi hedef alan ibareler vardı. Yazıda, bizi ve derneğimizi “Kendi aklı ve iradesiyle hareket edemeyen balici ve tinercilerden oluşan ideolojik bir grup” olarak tanımlamışlardı. Bu olay bizim dergiyi çıkarma konusunda bizi hızlandıran bir etken oldu.  Bu olayla düşündük ki herkes bizim hakkımızda bir şeyler söylüyor ama diğer taraftan biz kendi sözümüzü söyleyemiyoruz.  Kendi sözümüzü söylemeyi istememiz dergiyi çıkarmamızın birinci nedenidir. Dergiyi çıkarmak için bir diğer nedenimiz ise; derginin örgütlenme çabamıza ve kamuoyunda görünürlük yaratma çabamıza katkısı olabileceğini düşündük. Üçüncü nedenimize gelince şu cümleye yürekten inanıyorum ki işçiler ve patronlar arasındaki mücadele asıl olarak işçilerin entelektüel faaliyetleriyle kazanılır. Türkiye’de bazı alanlar dokunulmazdır ve elitlerin alanıdır. Mesela sanat, siyaset, edebiyat gibi. Bu algıyı kırmak için bugüne kadar eline kağıt kalem almamış olan arkadaşlarımızı yazmaya zorlayarak, entelektüel faaliyetlere girmelerini istedik.  Sonuç olarak bu gibi nedenlerin tüm birleşimiyle 2007 yılında ilk sayımızı çıkardık ve merkezimizi İstanbul yaptık. Şu anda 9. Sayıya ulaşmış durumdayız.

P.G: Derginin ismi neden“Katık” ?
D.H: Çöpten kağıt toplayan tüm arkadaşlarımızın kendileri yalnız ve çaresiz hissetmemeleri için ve dergiyi hayatlarına katık yapmalarını istediğimiz için bu isimde karar kıldık.

P.G: Katık’ın içeriği nasıl oluşturuluyor?
D.H:  Dergi tamamen kağıt toplayıcı arkadaşlarımızın emeğiyle çıkarılıyor ve sabit bir yazar kadrosu yok. Dergi için yazı toplama konusunda görevli arkadaşlarımız var. Arkadaşlarımız, görevli oldukları mahallere giderek, dergi için yazılmış olan yazıları topluyor ve derneğimize getiriyor. En son noktada bu yazılar dernekte bir havuzda birikiyor ve bir dergi haline getiriliyor. Kağıt toplacıları arasında internet kullanımı yaygın olmadığından, bize gelen yazıların çoğu elle yazılmış oluyor. Bu yazıları okumak çok keyifli bizim için. Dergide her türlü konu hakkında yazılar, şiirler ve öyküler yer alabiliyor. Bu yazılar vasıtasıyla toplayıcı arkadaşlarımızın iç dünyasının kelimelere nasıl döküldüğünü görebiliyoruz.

P.G: Dergi ne kadar sürede bir çıkıyor ve sponsoru var mı?
D.H:Dergimizin bir sponsoru yok, tamamen gönüllü arkadaşlarımızın bağışlarıyla dergimizi çıkarıyoruz. Bu nedenle belirli bir dergi çıkarma periyodumuz yok, ne zaman paramız birikirse o zaman yeni sayımızı çıkarıyoruz.

P.G: Dergi İstanbul’da hangi kesim tarafından okunuyor?
D.H: İstanbul için konuşursak ilk sayıyı çıkarmamızla beraber dergiye beklediğimizin de üzerinde bir ilginin olduğunu gördük. En başta İstanbul’daki kağıt toplayan arkadaşlarımız tarafından okunulan dergi, buradaki akademik dünyadan da büyük ilgi gördüğünü ve okunduğunu söyleyebilirim.

P.G: Dergini tirajı nedir? İstanbul’da ne kadar satmaktadır?
D.H: Dergi; İstanbul başta olmak üzere, Ankara, Adana ve Diyarbakır’da da satılmaktadır.  Tüm bu şehirlerde İlk beş sayımızın iki binin üzerinde sattığını söyleyebilirim.  Son sayımız olan 9. sayı ise beş binin üzerinde bir rakama ulaşmış durumdadır. Diğer şehirlere oranla derginin neredeyse tamamı İstanbul’da satılmaktadır.

P:G:Derginin İstanbul’da satışının diğer illere oranla daha fazla olmasının sebebi nedir?
D.H: Türkiye’de kağıt toplama işi yapan insanların sayısının en fazla olduğu il İstanbul’dur. Buradaki kağıt toplayıcıların büyük bir kısmı dergiyi satın almaktadır. Onun dışında ise İstanbul’daki okullar, gruplar ve bizden haberdar olan ilgili kişiler dergiye büyük talep göstermektedir. Ankara ve Adana’da ise bu denli bir ilginin olduğunu şimdilik söyleyemiyorum.

P:G Dergi, İstanbul’da nerelerden temin edilebilir?
D.H:İlk beş sayımız Beyoğlu ve Kadıköy’deki kitapçılarda satılmaktaydı. Daha sonra şöyle bir karara vardık bizimle yüz yüze ve birincil ilişki içinde olmayan kişi ve grupların dergimizi okumasının bir anlamı yok. Dergi, derneğimizin üyeleri tarafından yoğunluklu olarak Beyoğlu ve Kadıköy caddelerinde elden dağıtılmaktadır. Bu konuda tirajla ilgili bir kaygımızın olmadığını da söylemek istiyorum. Kağıt toplayıcıların iç dünyasını görmek isteyen her bireyin dergimizi okumasını tavsiye ediyoruz. Bunun için ise İstiklal Caddesi’nde yer alan derneğimizi ziyaret etmeleri ya da kağıt toplayan arkadaşlarımızdan dergiyi istemeleri yeterli olacaktır.


 Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nde Dilan Hanım ile “Katık” üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbet sırasında, dernek üyesi olan kağıt toplayıcısı Murat Bey ile de tanışma fırsatı yakaladık. Katık dergisini elden dağıtmada da görevli olan Murat Bey’i çalışırken videoya kaydetme imkanı da yakaladık.
Not: Murat Bey’in çalışırken yer aldığı video; 26.04.2012 tarihinde saat 18:00’da Ezgi Aksu tarafından Taksim’de çekilmiştir.
Not: Yazıda kullanılan fotoğraflar 26.04.2012 tarihinde saat 16.30 sıralarında Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nde grup üyeleri( Ezgi Aksu, Burcu Aydoğan, Serap Bozkurt) tarafından çekilmiştir.

29 Nisan 2012 Pazar

Son sahaf şeyhinin dükkanına ziyaret

 

 Bu  hafta yaptığımız  araştırmalar  sonucunda  elde  ettiğimiz  bilgileri  birde  sahafların  kendilerinden  dinlemek ve yenilerini  öğrenmek  amacı ile  Beyazıt'ta  bulunan  Sahaflar  Çarşısına  gittik. Çarşıya  ilk  girdiğimizde,  kimin  ile görüşmek  gerektiği  bilgisni  almak  amaçlı  çarşıda  bulunan esnaflar  ile  biraz sohbet  ettik. Sohbet esnasında  aldığımız tavsiyeler  doğrultusunda  bir  kaç sahaf  dükkanına  uğradık. Lakin  esnafın  bize belirttiği  gibi  bir  sahaf  ile  görüşmenin  pek te kolay  olmadığını  gördük. En  sonunda  bize  kapısını  açan son  sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak'ın dükkanı olan ancak kendisi vefat ettikten sonra yerine öğrencisi Murat Töre oldu. Kendisi  ile röportaj  yapabileceğimizi  fakat  kendisinin  resmini  veya  video  kaydını  alamayacağımızı  belirtti.  
Bizde  ardından  ses  kaydını  başlattık. Ses  kaydı  iznini  aldıktan  sonra  sorularımızı  sıralamaya başladık.
 Sahaf  Murat  Töre  ile  aramızda  geçen  sohbet  şöyle  gerçekleşti;
 Soru: Bir  sahafın  yanında  kaç  yıl  çıraklık  yaşadınız?
 Murat  Töre: Bir  sahafın  çıraklık  dönemi olmaz. Sahaf  hayatı  boyunca  çıraktır. Sahafın  ne  kadar  bilgisi  olursa  olsun  yinede  bilgiye  açtır,  illaki bilmediği  bir şey olur  yeni  bir bilgi  gelir  önüne. Şu  an 300.000  kitap  olmasıyla  beraber  benimde  bunlara  genel  olarak  vakıf olmamla  beraber  illaki  benim önüme  yeni  bir  bilgi  gelir. Yani  benim  çıraklık  dönemim  devam  etmektedir , hiçbir sahafın çıraklık  dönemi  bitmemekle  beraber  ustayım  diyende  sahaf  değildir.
 Soru: Yazılı  kültürümüzün  saklayıcısı  olarak  sahafları  günümüzde  nerede konumlandırıyorsunuz?
 Murat  Töre: Kesinlikle  sahaflara  eski  değerin  verilmediğini  söyleyebilirim. Bunu  bir  örnek  ile  açıklamak  gerekirse  bir  gün  dükkanımıza  bir  bayan  geldi  ve  kitaplara  bakarken  ben  bu kitabı  okudum dedi ve  göstermiş  olduğu  kitap marifetname idi. Kitabı çok  kısa  bir  zaman  içinde  okuduğunu belirtince bir  gariplik  olduğunu  sezdim. Çünkü  marifetnameyi  okumak  bir  insanın  beş  senesini  alır.1200   sayfa  olan  bu kitabı  okumak normal  şartlarda  bir  ay sürmesine rağmen  içeriğini   anlaması  bir  insanın  beş  senesini alır. Hanımefendi  meğerse  kitabı  internetten  okumuş  daha doğrusu  okuduğunu  zannetmiş. internetten  okuduğu  marifetname  sadece  60  sayfa imiş. İşte  bu yüzden  internet  insanları  bilgi  fukaralığına  sürüklemektedir.
 Soru: Yaptığımız araştırmalara  göre  sahaflarda  el  yazmasıda  bulunmaktadır  sizde de mevcut mudur?   
 Elimde  200'e  yakın  el  yazması  mevcuttur. Fakat  bunun  sizler  için  ne  önemi  bulunmaktadır ki. Zira  sizler tahmin  ettiğim kadarıyla  ata-baba  dili  olan Osmanlıca'yı bilmemektesiniz. Ben  size  şimdi  o Osmanlıca  el  yazmalarına  göstersem  hiçbir  faydası olmayacaktır. Önemli olan  kitabı  okuyup  anlayabilmektir. O  dünyayı  istila  etmeye  çalışan  basit  dili  bilmek yerine  Osmanlıca  bilmenizi  dilerdim.






                                                                                              Gökay Kuşçu
                                                                                              Ecem Pehlivan
                                                                                              Merve Serim

Ayakkabı Boyacısı İle Bir Söyleşi

Bu hafta grup arkadaşlarımızla beraber seyyar olarak ayakkabı boyacılığı ve tamirciliği yapan Ertuğrul Pusat'la bir röportaj gerçekleştirdik.Ertuğrul Bey 44 yıldır bu mesleği yapıyor ve mesleğini şu an Fındıkzade'de bir apartmanın önünde icra ediyor.Kendisinin dükkanı olmamasına rağmen apartmanın zemin katını kendisine depo yapmış ve burada işini son derece severek yapıyor.İşte seyyar ayakkabı boyacısı Ertuğrul Pusat'la gerçekleştirdiğimiz röportaj:

-K.M:Ayakkabı boyacılığı ve tamirciliği mesleğine ne zaman ve nerede başladınız?
 E.P:Ben 56 yaşındayım.12 yaşında Bartın'da başladım ayakkabı boyacısı olarak.

-K.M:Bu mesleğe nasıl başladınız?
 E.P:Bu mesleğe maddi ihtiyaçlardan dolayı başladım.Ailemin de durumu çok iyi olmadığı için ben de ayakkabı boyacılığına başladım.

-K.M:Ayakkabı boyacılığı ve tamirciliğninden kazandığınız parayla İstanbul'da geçiminizi rahatlıkla sağlayabiliyor musunuz?
  E.P:Tabii.Ayakkabı boyacılığı ve tamirciliği yaparak geçimimi sağlıyorum ama mesleğe çok büyük emek verdiğim için bu sonucu elde ettim,yoksa sıfırdan böyle ayakkabı tamirciliği ve boyacılığı yapmaya kalksam biraz zorlanırdım.

-K.M:Sizce İstanbul'da boyaclık yapmanızın mesleğinize bir artısı var mı?
  E.P:Tabii çok artısı var.Çünkü her şeyden evvel çok büyük bir nüfus potansyeli var.Nüfus potansiyelinin olduğu yerde alışverişin ,tamiratın,boya işinin olacağı kesin.

-K.M:İstanbul'da açılan büyük alışveriş merkezlerinin işlerinizi olumsuz yönde etkilediğini düşünüyor musunuz?
 E.P:Benim mesleğim açısından düşünmüyorum.Çünkü bazı alışveriş merkezlerinde ayakkabı ve lostra tamircileri olmakla birlikte fiyatlar çok yüksek olduğu için beni direkt olarak etkilediğini çok zannetmiyorum.Beni etkileyen ayakkabıların fiyatlarının ucuz olması,ne kadar ucuz olursa tamirat işi az,boya işi az olur.

-K.M:Bu mesleğin kaybolmaması için sizce ne yapılması gerekiyor?
 E.P:Bu mesleğin kaybolmaması için benim söyleyeceğim yerler zaten var;ayakkabı ithalatçıları odasını bir de ayakkabı tamircileriyle ilgili br bölüm var ama kafi değil bu çalışmalar.Ayakkabıcılar odasının tamircilerle ilgili bölümü bu iş üzerinde durup,bu işn eğitimini bir okul ya da bir kurs halinde düzenlerse mesleğin belki devamı sağlanır.

-K.M:Sizce İstanbul gibi kozmopolit bir şehirde yaşıyor olmamız,mesleğin kaybolmasını tetikleyen bir sebep mi?
 E.P:İstanbul çok sesli bir şehir,bu aslında mesleğin kaybolması için bir sebep değil mesleğin aslında devamı için bir sebeptir.Biraz evvel bahsettiğim gibi nüfusun çok sirkülasyonun çok olduğu bir şehir.

-K.M:Son olarak mesleğinizi devam ettirmek için beklentileriniz nelerdir?
  E.P:Önce ayakkabı imalatçıları odası bu işe el atmalı.Dediğim gibi kundura yapımı üzerine bir okul var fakat tamir üzerine zannetmiyorum.Okul olması mantıksız olur fakat bununla ilgili kurslar olabilir,bu kurslar vasıtasıyla hem kalitenin arttırılması hem işi bilen insanların ortaya çıkması sağlanabilir.

Seyyar ayakkabı boyacısı Ertuğrul Pusat'la gerçekleştirdiğimiz röportajın fotoğrafları:


                                    Ertuğrul Pusat'ın seyyar dükkanının apartman dairesindeki deposu:



Salı Pazarı - Kadıköy




       Bu hafta; her Salı, Uzunçayır metrobüs durağı- Kadıköy Evlendirme Dairesi’nden

Hasanpaşa istikametine doğru kurulan Kadıköy Salı Pazarı’na gidip, pazardaki satıcıların ve

orada alışveriş yapan müşterilerin Salı Pazarı hakkındaki görüşlerini aldık.

    Öncelikle hararetle alışveriş yaptığını gördüğümüz altmış yaşlarındaki Şükran Hanım’ın

birkaç görüşünü sizlerle paylaşacağız ..



      Semt pazarlarına hangi sıklıkla gelip alışveriş yapıyorsunuz?



“Ben yıllarca memur maaşıyla pazardan alışveriş ettim. Şimdi de emekli maaşıyla pazara

 gelmeye devam ediyorum. Bütçeme uygun olduğundan ve 25 yıldır Kadıköy’de ikamet

 ettiğimden her hafta Salı Pazarı’na gelip ihtiyaçlarımı buradan karşılıyorum. Genellikle tekstil

 malzemeleri satılan tezgahlara uğruyorum. Hiç bir şey almasam bile burada dolaşmak bana

 keyif veriyor. ”




Biraz daha ilerleyip takı tezgahının yanında takıları inceleyen 30-35 yaşlarındaki Vildan

 Hanım’a pazarlar hakkındaki görüşlerini bize aktarmasının  bir sakıncası olup olmadığını

 sorarak röportajımıza devam ettik..



  İstanbul’da bunca alışveriş merkezi, marketler mevcutken semt pazarlarını tercih

 etmenizin sebebi nedir?



“Semt pazarı küçüklüğümüzden bugüne kadar en çok geldiğimiz yer. Alışveriş merkezlerinin

 aksine burada açık havada alışveriş yapabiliyorum. Ürün çeşitliliği fazla, sebze ve meyveler

 daha taze, rahatça istediğimi seçebiliyorum. Giyim tarafı için de uygun fiyatlar söz konusu.

 Büyük alışveriş merkezlerinde kıyafetler ateş pahası. Pazarlarda hem kaliteli hem de daha

 uygun fiyatlı. Eskiden satıcılar arasında çok bağırış çağırış olurdu ama şimdi ona da çözüm

 geldi, artık öyle bir durum yok. Sakin sakin alışverişimizi yapabiliyoruz.”




Alışveriş yapanların görüşlerini aldıktan sonra bir de satıcıların arasından bir tanesinin

 fikirlerini almak üzere, 15 yıldır pazarcılık sektöründe olan eşofman tezgahının başında duran

 Nevzat Bey’e sorumuzu yöneltiyoruz..




Yıllardır bu mesleği yapıyorsunuz. Zorluklarla karşılaştığınız oluyor mu ?



“Kışın soğuk ve yağmurlu günlerde üşüyoruz. Her gün başka semtin pazarındayız. Çeşitli

 insanlarla karşılaşıyoruz, pazarlık yaparken ısrarcı davrananlar oluyor; neredeyse ‘al ablacım

 bedava vereyim istersen’  diyorum. Bazen hırsızlıklar olabiliyor. Ama geçim derdi işte,

 yapıyoruz mesleğimizi. Eskiden daha geç vakitlere kadar durduğumuz oluyordu. Bu da daha

 çok kazanç demekti. Ama artık 7’den sonra satış yasak olduğu için çok fazla kazanamıyoruz.” “


Şehir Hatları Basın ve Halkla İlişkiler Şefi ile Vapurlara Dair Bir Sohbet



Bu haftaya kadar yaptığımız çeşitli araştırma sonuçlarını değerlendirerek yazdığımız blog postlarından
"Vapurlar"la ilgili birçok konuda bilgi sahibi olduk. Bu sefer bir farklılık yaratıp vapurları birinci ağızdan dinleme şansı elde ettik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Hatları Basın ve Halkla İlişkiler Şefi Fatih Taşkıran ile yaptığımız röportajla vapurların tarihçesi, günümüz vapurları ve vapurlarda gerçekleştirilen çeşitli etkinliklerle ilgili detaylı bilgi sahibi olduk. Sayın Farih Taşkıran'a teşekkürler. İyi Seyirler..

Çocuklar için Mayıs ayı etkinlik takvimi


  İstanbul da çocuk olmanın hep dezavantajlarından bahsettik daha önce, bu büyük şehirde yeteri kadar oyunlarını oynayamadıkları yaşıtlarıyla bir arada olamadıklarını anlattık durduk. Fakat diğer şehirlerde yaşayan yaşıtlarına göre onların en büyük avantajlarından biri İstanbul da onlar için durmaksızın düzenlenen etkinlikler ,sergiler ,müzeleri göz ardı etmemek gerek.
 Hemen hemen her hafta oturdukları semtlere yakın yerlerde düzenlenen etkinliklere katılma imkanı bulan çocuklar diğer yaşıtlarına göre bir adım daha önde oluyor  ve geliştirme imkanı buluyorlar kendilerini sosyal ve kültürel açıdan. Şöyle bir bakalım istedik bu ay var olan çocuk etkinliklerine ;
   Akbank Sanat’ta, Mayıs ayında merkezin klasikleşen etkinliklerinin yanı sıra, 14 Mart-17 Mayıs 2012 tarihleri arasında sergilenecek “Aftermath /Hesaplaşma” adlı sergi paralelinde Pace Çocuk Sanat Merkezi tarafından çocuklar için Çağdaş Sanat Programı ve Ezo Sunal Çocuk Atölyesi gerçekleştirilecek.
Sarkis Su İçinde Suluboya Atölyesi
Çocuklar Çağdaş Sanat Atölyesi’nde, eğitmen gözetiminde Sarkis’in su içinde suluboya tekniğini öğrenip çalışacaklar.
Tarih: 5 ve 26 Mayıs 2012 Cumartesi
Saat: 11.30-12.30
Yaş Grubu: 6-12 yaş
Bilet Fiyatı : 5 TL
Pace Çocuk Sanat – Oyuncak Heykel Atölyesi
Hiç “heykelle oynanmaz” demeyin. Artık heykeller de hayatımızın bir parçası ve hatta oyuncak da olabiliyorlar.
Tarih:  5 ve 26 Mayıs 2012 Cumartesi
Saat: 16.00-17.30
Yaş Grubu: 7-14 yaş
Bilet Fiyatı : 5 TL
Pace Çocuk Sanat -  Çocuklar İçin Çağdaş Sanat Programı – Hesaplaşma Sergisi
Çocuklar Çağdaş Sanat Atölyesi’nde mini bir tanışma ve ön çalışmanın ardından galeriye inip “Hesaplaşma” isimli sergide yer alan eserleri gezerek keşfedecekler. Çocuklar bu sergide Küratör Başak Şenova’nın davet ettiği, farklı ülkelerden, farklı yaklaşımlara sahip sanatçıların aynı tema bağlamındaki işlerini görecekler. Çocuklara, sanatın çok yönlülüğünü ve farklı yaklaşımlara açık olduğunu gösteren bu karma sergi sonrasında ise çocuklar da aynı sanatçılar gibi bir çalışma yaparak farklılıklarını ortaya koyacaklar.
Tarih: 12 Mayıs 2012 Cumartesi
Saat: 11.00-13.00
Yaş Grubu: 7-12
Bilet Fiyatı : 5 TL
Ezo Sunal Çocuk Atölyesi
Orff Yaklaşımı’na dayalı olarak yapılacak atölye çalışmasında, en temel caz ritmi olan swing, beden perküsyonu, tekerlemeler ve oyunlarla çocuklara tanıtılacak.
Tarih: 12 Mayıs 2012 Cumartesi
Saat: 15.30-16.30
Yaş Grubu: 7-11
Bilet Fiyatı : 5 TL
Kaynaklar ;  http://hadianne.com/?p=11046

BALIKÇI DOSTU MARTILAR




Bu hafta projemiz için sahaya indik. İndik derken kısaca şöyle anlatalım; önce röportaj sorularımızı hazırladık, nereye gideceğimizi belirledik, ekipmanları topladık... Daha gitmeden “acaba nasıl olur, istediğimiz verileri alabilir miyiz?” diye sorup düşünsek de, röportajlar umduğumuzdan daha iyi oldu.

Gelelim neler yaptığımıza. Biz martılarla ilgili hazırladığımız sorularımızı, Kumkapı da ki balıkçılara sorduk. Sorularımızı beğenen balıkçılar da oldu, “ne zaman balıkla ilgili soru sorucan kızım”  diye bizi çokça güldüren balıkçılar da J Balıkçıların martılar hakkında ki bilgi birikimini ve gerek onlarla yaşadıkları anılarını notlarımız arasına almış olduk.

Bizi güldüren olaylardan biri de… 50 yıldır balıkçılık yapan balıkçı amca, röportajımızın ilk sorusunu uzunca düşününce (İstanbul için bir simge tanımlamanızı istersek, bu sizin için ne olur?) ve cevap bulamayınca da“ kızım ben sabah balık çorbası içerim akşamda balık ızgara, balık işte benim hayatım.” diye yanıtladı ve bizi unutup o an tezgâha yaklaşan turistlere “taze balık taze tazee” diye seslenince, amcanın yanında çalışan 35 yıldır balıkçılık yapan başka bir balıkçı “onu boş verin ben yardımcı olayım” deyince onunla devam ettik. 



Röportajımızın ilk balıkçısı Türkeş Sümbül / 35 yıldır balıkçı

İstanbul için bir simge tanımlamanızı istersek, bu sizin için ne olur?

  •  En güzel simge Sultan Ahmet Camisi, yedi tepe üstüne kurulmuş bir şehir… ( burada biraz baskı yapıyoruz hayvan olarak ne olur diye sorunca da istediğimiz cevabı hemen alıyoruz balıkçımızdan) Martı olabilir bence..


Balık pazarında martı yoğunluğu hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

  •         Balık olan yerde tabi ki martı olur, hele sabahları erkenden ben tezgâh yapıyorum martılar balıklara saldırıyor. Aç hayvan mecbur saldıracak.


Martı yoğunluğu sizi nasıl etkiliyor?

  •          Burada müşterilerin ve bizim de dahil olmak üzere, üzerimize pisliyor, turistlerin üzerlerine pisliyorlar. Bakın balık halinin üstüne… 


Türkeş Sümbül / 35 yıldır balıkçı

   İşinize engel oluyor mu martılar?

  •     Hayır olmuyorlar. Ben seviyorum onları, bazen besliyorum da. Atık balık oluyor hani akşamdan atılacak olan balığı sabaha bırakıyoruz çünkü gece onlar yok piyasa da, sabah erken ben döküyorum onları buraya yiyorlar martılar da.

   Martılar ile ilgili sizi etkilemiş bir olay var mı?
  •     Var, bundan işte 4 sene önce bir tane martı sanırım bu denize gidipte oltayla balık tutan insanlar var, o yemi yutmuş gırtlağında kanca, geldi buraya indi biz de oturuyoruz burada, ama kaçmıyor hiç, ilk defa ilginç bir olay tuttum onu oysaki martıyı yakalayamazsınız, belki de yanımıza bizzat geldi tuttum kancayı çıkardım ondan sonra martı uçtu gitti, onu hiç unutmuyorum. 

      Martıların gözlemlediğiniz özellikleri neler?
  •       Ben balıkçı olarak ne zaman gördüysem onlar sürekli balık yiyorlar, yemeyiz demiyorlar çünkü çok çabuk acıkıyorlar ben öyle görüyorum. Gece piyasadan çekiliyorlar ama gündüz tekrar gelirler.

     Martılar konusunda yapılmış bir proje duydunuz mu?
-       
  •      Yok, daha önce duymadım, konu hakkında ilk defa sizden duydum.


   İstanbul denilince martılarla ilgili ilk gelen yerler nelerdir?
  •         Deniz kenarları… Ben 35 yıldır buradayım, Kumkapı – Adalar, bir de balık hali burada olduğu için atık balıklar oluyor, şuan martı yok ama kışın gökyüzü balık halinin üstü martılarla dolu bembeyaz uçuyorlar burada. Balık atıklarını yiyorlar. Yani çöpçü gibi balık atıklarını temizliyorlar.


    Martılar size neyi çağrıştırıyor?
  •         Valla böyle güzel bir ses tonu var, insana huzur veriyor… Ben bazen giderim deniz kenarına sırf onları dinlemek için, martıların sesini duyunca böyle bir değişik oluyor sanki huzur veriyor… 


Bazı Martılar şanslıydı.. 

Röportaj esnasında balıkçı amcalardan biri yola balık atınca, martılar birbiriyle yarıştılar..


            Diğer röportajların genel analizini yaptığımız da şöyle özetleyebiliriz; 
balıkçıların           
İstanbul simgeleri; İstanbul Boğazı, lüferi ve minarelerini söylediler, 
biz de bu cevapların doğrultusunda onlara İstanbul’un 
simgesi olarak bir hayvan tanımlar mısınız? 
Diye yönelttiğimizde hemen hemen hepsinin ilk cevabı martı oldu. 
Balıkçıların çoğu martıların türleri hakkında bilgi sahibi olmadıklarını söylediler. 
Fakat bir balıkçı, bembeyaz olan martıların en güçlüsü olduğunu belirtti.  
Martıların zararlarının olmadığını ama hepsinin ortak sorunu, 
dışkılarının çok asitli olmasından dolayı arabalara zarar vermesinden bahsettiler. 
Balıkçıların hepsi martıların Ocak – Şubat aylarında yoğunluk gösterdiklerini söylediler.
 Yaralı martılar için veteriner çağırdıklarını, gerekli yardımları onlardan istediklerini belirttiler. 
Günümüzü özetleyen en güzel cümle balıkçı Şaban Çetin’den geldi 
“Martılar şüphesiz balıkçı dostudur.” 
Bizim ve balıkçılar için eğlenceli bol kahkahalı bir gündü…

         Yardımlarından dolayı Türkeş Sümbül, Şaban Çetin ve Erdoğan Gün’e teşekkürler ediyoruz… 





   


  


Fotoğraflar Kaynak: Vasfiye Karoğlu / 2012 / İstanbul-Kumkapı 




ARKEOPERA ROPÖRTAJI/NEOLİTİK DÖNEM VE ARKEOLOJİK KAVRAMSALLAŞTIRMALAR


Neolitik Dönem'in İstanbul Ayağı  

Galatasaray'daki ArkeoPera dükkanına ikinci ziyaretimizde ArkeoPera'nın en yetkili kişisi Sema Başgelen ile İstanbul'daki arkeoloji meraklılarının ve öğrencilerin hangi konulara meraklı olduğu ve en çok hangi tarihi meselelerin dikkat çektiği üzerine kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Sema Hanım'ın belirttiği üzere Marmaray kazıları ile ortaya çıkan Neolitik Dönem'den kalma ( M.Ö 8000-5000/Cilalı Taş Devri) kalıntılar ile beraber, İstanbul'un en eski varoluşu ile ilgili birçok araştırma yapılmış , bilimsel tartışmalar vuku bulmuş ve bunların üzerine birçok kitap ve makale yayınlanmış. Marmaray kazısı ile ortaya çıkan arkaik limanın tabanında tespit edilen Neolitik buluntular birbirinden farklı birçok hikayeyi içeriyor. "Çamur içinde binlerce yıldır korunan bu eserler, kent tarihine sağladıkları olağanüstü derinlik kadar, dünya arkeolojisinde ilk kez tespit edilebilen veriler içerdikleri için de büyük önem taşıyorlar"(NTV Tarih Sayı 27). İşte tam olarak "dünya arkeolojisinde ilk kez tespit edilebilen veriler içeren" her çeşit arkeolojik ve tarihsel araştırmanın, temel taşlarından birisi olmasını önereceğimiz, tarihsel açıdan nispeten yeni bir arkeolojik yaklaşımının tanımlamalarına girişi buradan hareketle yapabiliriz.  

Arkeolojik Yaklaşımların Kavramsallaştırılması 

Dünyada ve özellikle Kıta Avrupa geleneği akademiye “Interpretive Archeologhy” adlı bir kavram sokmuş olmalarına rağmen, Türkiye birçok kaynakla beraber hala metodolojisini sadece buluntuların nasıl çıkarıldığını, nasıl tespit edildiğini ve nasıl müzeye getirildiğini tarihsel bir süreç içerisinde salt bir gözlemci edimiyle kalarak sürdürmektedir. Johnsen ve Olsen’e göre mevcut durumdaki arkeolojik araştırmaların ve buluntuların bireysel yorumsamalara maruz bırakılmadan felsefi tavrından soyutlanması demek, arkeolojinin daha teleolojik ve daha geleceğe tekabül edici, dolayısıyla daha avantajlı özelliğinden soyutlanması anlamına gelmektedir (Johnsen & Olsen 1992: s.419). Amerikalı arkeolog Ian Hodder’ın “contextual archeologhy” adını verdiği felsefi olarak kavramsallaştırılması gereken arkeolojik terimleri savunduğu tezi yine Türk arkeoloji anlayışıyla karşılaştırıldığında, benimsenmemiş ve arkeoloji terimlerinin hala evrensel yasalar olarak tekrarlandığı bir kanonun içinde bulunulduğu gözlemlenecektir (Kosso 1991: s. 621) . Shanks&Tilley’e göre yorumsayan arkeolojinin en önemli noktalarından biri, mevcut politik ve sosyal duruma teorik birikimle beraber göndermeler yapmaktır (Shanks&Tilley 1992: s. 108). Fransız sosyolog Bourdieu hermenötik (yorumsamacı) yaklaşımları "güncelleştirici gönderimler" olarak kavramsallaştırmıştır. Bourdieu'ye göre, bu gönderimler tarihle paralel ilişkide bulunmayan aykırı yorumlamalar olarak görülse bile aslında bu düşünceleri pozitif yönde geliştirirler. Tarihsel bilgiyi tıpkı bir fizik yasası gibi kavramak, gerçekleri söyleme savından kesin bir biçimde yoksun kalmak demektir(Bourdieu 2006: s.464-465). Hatta Bourdieu güncele tekabül etmeyen tarihsel prototiplerin yaygın kullanımlarının bilimsel açıdan tehlikeli ve inandırıcı hale geldikten sonra, hakikatin yerini alacağını (ki Bourdieu bu fikri geliştirirken Gadamer'in "Verite et Methode" (Hakikat ve Yöntem) isimli eserinden yola çıkar. Eser, yorumsamacılığın keşfedildiği eser olup, tarihselciliğe derin eleştirileri içinde barındırır*) ve Bourdieu'cu doxosophe'ların (doxa; yoruma dayanmayan salt bilimin mühendisliği ile elde edilen bilgiye denir. Kavram, M.Ö 800'lerde Aristoteles tarafından keşfedilmiş olsa da Bourdieu'da bu kavram daha eleştirel bağlamda ele alınır. Bourdieu, doxa'ları sadece ezberleyerek, güncele ve ideolojik oluşlara yeni yorumlar getirmeyen akademik kurumlara ve kişilere doxosophe der**) manipulatif kullanımlarına uygun hale geleceğine dair karamsar bir görüş ortaya atarak yorumsanmayan tarihsel bilginin tehlikelerini akademik alana duyurur. Kısaca, felsefi ve kuramsal görüşleri arkeolojik disiplinlerle bağdaştırmak 70'lerden sonraki momentin oldukça revaçta bir yönemlimi olarak gözlemlenebilir.

Peki Ya Türkiye’deki Yaklaşım ? 

Ülkemizdeki arkeolojik bilimler ve tarihsel kalıntılar üzerine pozitif gözlemler İstanbul’daki eski yaşayışları sadece birer hikayeye indirgemektedir. Üstelik bu yaklaşımlardaki milliyetçi yaklaşım arkeoloji bilimine de sıçramış olup arkeolojik nosyonların aynı zamanda karşılaştırma ve yorumlama niteliğinden de mahrum bırakmaktadır. Felsefi kavramsallaştırmaya tutulmaksızın bir arkeolojik değerin geleceği ve mevcut tarihe fayda sağlaması zordur. Bu düşünce Baram & Caroll’a göre Türk arkeolojisinin Osmanlı’nın milliyetçi peyzajına sadık kalınmasının tarihsel tüm çalışmaları etkilediğini açıktır(Baram&Caroll 2002: s.15). “Yorumsayan arkeoloji” kavramının kökü İngilizce “yorumsamak/hermenötik” kökünden gelmektedir. Özetle, bir metni kişisel görüş içeren noktalarını gerek felsefe (Heidegger, H.G Gadamer), gerekse psikanaliz kullanarak ortaya çıkarma (Derrida, Merleau-Ponty) ve bu noktaları evrensel ve mantıksal olarak doğru kabul mevcut bilgiden ayrımlamak olarak özetlenebilir. Bu düşünce sistemini ilk olarak felsefi metinlerde kullanan William Dilthey olmuş ve bu yöntembilim daha sonradan arkeoloji dahil birçok disipline yerleşmiştir (Moran 2000: s.248-286) . Yorumsayan arkeoloji de pozitif arkeolojinin daha güncel ve kavramsal yaklaşımlar yapmasını bekler.

Kaynakça
NTV Tarih Sayı 27. İstanbul: NTV Yayınları, n.d. Print.
Johnsen, H., & Olsen, B. (n.d.). American Antiquity- Hermeneutics and Archaeology: On the Philosophy of Contextual Archaeology. N.p.: Society for American Archaeology. Vol. 57, No. 3 (Jul., 1992), pp. 419
Kosso, P. (n.d.). American Antiquity- Method in Archaeology: Middle-Range Theory as Hermeneutics. N.p.: Society for American Archaeology. Vol. 56, No. 4 (Oct., 1991), pp. 621-627
Shanks, M., & Tilley, C. Y. (1992). Re-constructing archaeology: theory and practice (Second ed., p. 108). N.p.: Routledge. 
Bourdieu, P. (2006). Sanatın Kuralları (Second ed., pp. 464-465). (Necmettin K. Sevil, Trans.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
*: y.n 
**: y.n 
Baram, U., & Caroll, L. (2002). A Historical Archaeology of the Ottoman Empire Breaking New Ground (p. 15). N.p.: Kluwer Publishing.
Moran, D. (2000). Introduction to Phenomenology (pp. 248-286). Canada: Routledge. 

[Fotoğraf: ArkeoPera Yeni Çarşı Cad. 23/A Galatasaray/Beyoğlu/İST.] Görsel Kaynağı:https://picasaweb.google.com/116915275119826357466/ArkeolojikKazLar#5724010558044609570






28 Nisan 2012 Cumartesi

Arasta Çarşısı II


Arasta çarşının, Mısır Çarşısı ve Kapalı Çarşı’dan farkı tenha ve kendi halinde olmasıdır.  Arasta Çarşısı Derneği’nin Başkanı da bu tenhalıktan oldukça dertli. Hatta yeterince Arasta Çarşısın reklamının yapılmadığı açıklamasını yaptı. belki bu tenhalığın sebebi çarşı konumunun göz önünde bir yerde olmamasıdır. Çarşı içerisinde karşılıklı olarak 80 dükkan var. Küçük ama oldukça şirin… Esnafla muhabbet ediyoruz biraz, onlarda aynı konudan muzdarip. Tanıtılmıyoruz kelimesiyle karşı karşıya geliyoruz. Biz, yutkunarak elimizden geleni yapacağız diyoruz. Ancak insan tarihi değerine sahip çıkmıyorsa üzerine düşeni yapmıyor demektir.

26 Nisan 2012 Perşembe

Beyoğlun'da her şeye dair bir röportaj


Aslında Röportaj yaparken amacımız  bir kaç kişiyle konuşmaktı...Lakin ilk konuştuğumuz kişi gerçekten çok tatlı yağız,delikanlı  bir Anadolu çocuğuydu.Ve çok hoşumuza gitti ve uzun uzun sohbet ettik.Bu sadece bir kısmı.Silip düzelttiğimiz...Nedense adını bizde kalmasını istedi ve çalıştığı yerin adını vermedi.Bizde saygı duyduk...Ama size röportaj yaptığımız insanının bir kaç kişisel özelliğini vermekte sıkıntı olacağını düşünmüyorum... Sivaslıymış,20 yaşında ve evli, bir tane kızı var, 20 yaşında olmasına rağmen ruhu 50 yaşında,hayat o kadar sillesini vurmuş,Gaziosmanpaşa'da oturmaktadır.Kiralardan çok yakındığını söylemek isterim.Geçim sıkıntısı çok dile getirdi.Tahmin edemeyeceğimiz kadar kibardı,anlayışlıydı.Okuduğumuz için bize imrendiğini hemen anlamıştık,ilk başlarda kendisi okumadığı için biraz sıkıldı yanımızda olmaktan ama sonra heyecanı geçti ve susmak bilmedi...Bizle röportaj yapan o yağız delikanlıya çok teşekkür ederiz.Bizi kırmadı...o bizden biz ondan bir şeyler öğrendik...Aslında röportajı ciddileştirmek istemeden yazmak isterdik olduğu gibi ama maalesef bu mümkün değil.
Tekrar sana teşekkürlerimizi arz ediyoruz...

Kaç yıldır garsonluk işini yapıyorsunuz?
5 yıldır.
Kaç senedir burada çalışmaktasınız?
2 yıldır
Çalıştığınız restorandın kaç tane şubesi var? İstanbul’un hangi semtlerinde?
İki tane şubemiz bulunmaktadır. Biri Beyoğlu’nda diğeri ise Alkent’te.
Peki  sizce neden çalıştığınız restoran Beyoğlu’nda yer açmıştır?
Burada olmasının nedeni aslında çok bence… Tarihi olması, çok işlek bir cadde olması, farklı insanların olması. Dolayısıyla yabancılar geleneğimiz olan yemekleri tatmak istiyorlar. Bizde onlara bu imkânı veriyoruz. Hem iş yeri açısından hem de kişisel olarak birçok yarar sağladığını söyleyebilirim. Bazı müşterilerimiz bize önerilerde bulunuyorlar özellikle yabancılar bizde onlara göre lokantada bazı değişiklikler yaptık. Onların isteklerine kulak verdik. Tatbikî yemeklerimizden ödün vermedik ama dekorasyon olarak birçok değişiklikler yaptık özümü kaybetmeden. Kişisel olarak ta değişik kültür tanıdık, dilimizi geliştirdik, yeni diller öğrendik bir nevi çalışanlar ve patronlar dâhil olmak üzere ufkumuzu genişlettik.
Beyoğlu’nun tarihini biliyor musunuz? Ve neden Beyoğlu’n da çalışıyorsunuz
Aslında pek bir bilgim yok. Sadece eskiden kimlerin olduğunu biliyorum; Bizanslılardan Osmanlıya geçmiş sonrada cumhuriyet dönemi diye bir bilgim var. Beyoğlu özellikle seçmedim işim buradaydı bende buraya geldim.
Bu zamana kadar hangi semtlerde çalıştınız?
Beyoğlu, Bakırköy, Şişli ve Mecidiyeköy semtlerinde çalıştım.
Çalıştığınız semtlerin eski adlarını ve ya tarihçelerini biliyor musunuz?
Hayır. Daha deminde söylediğim gibi sadece Beyoğlu hakkında kulaktan dolma bir bilgim var.
Sizce Çalıştığınız yerin geçmişteki adını ve tarihini öğrenmemek bir eksiklik mi?
Aslında evet şuan bir eksikliğini hissettim (gülerek).Ama geçim derdi o kadar aklımızı almış ki ne tarih ne de başka bir şey umurumuzda.
Size Beyoğlu’yla ilgili kısa bir bilgi vermemizi ister misiniz?
Buyrun…
Beyoğlu ,ilk önceleri bir diplomasi merkezi olarak gelişmiş, fakat daha sonraları yabancı ticaretinin, ekonomik kontrolünün artması ve burada yoğunlaşması sonucu İstanbul'un ticaret merkezi durumuna dönüşmüştür. Ticaretin yanı sıra eğlence, kültür kuruluşlarının da burada yer alması ve konumu, bütün İstanbul'un odak noktası olmasını sağlamıştır.

Beyoğlu adinin ortaya çıkışına ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan birisine göre; Beyoğlu adi, Fatih Sultan Mehmed zamanında Pontus prenslerinden Aleksios Komnenos’un İslamiyet’i kabul ederek burada oturmasından kaynaklanır. İkincisine göre ise; burada oturan Pontus prensi değil, Kanuni zamanındaki Venedik elçisi Andre Giritti’nin oglu Luigi Giritti’dir. Türkler’in “Bey Oğlu” diye andıkları bu adam, elçinin bir Rum kadınla evlenmesinden dünyaya gelmiştir. Oturduğu konak da Taksim yakınında bir yerdedir. Diğer birine göre ise; Kanuni Sultan Süleyman döneminde burada oturan Venedik elçisine yazışmalarda Beyoğlu dendiği için bu semt de Beyoğlu adını almıştır. Pera adi, 1925’de resmi yazışmalardan çıkarıldıktan sonra gittikçe unutulur hale gelmiş, Buna karşılık Beyoğlu adi güç kazanıp bölge anlamında da yaygınlaşmıştır.

Biraz uzun oldu aklımda tutabilir miyim bilmiyorum ama sağ olun (gülerek)...

Bize yardımcı olduğunuz için çok teşekkür ederiz iyi günler...




İstanbul Semt adlarının 2023 versiyonu

Biraz gülelim :)
Siyasi görüşünüz ne olursa olsun Akp hükümeti daha başımızda olursa adlar böyle değişecek gibi...
Hemen kızmayın okuyun,küçük bir gülümseme bile bizim için yeterli!




Böyle giderse....

Acıbadem..... Hacıadem.
Aksaray..... Akpsaray.
Arnavutköy..... Arapköy.
Ataköy..... Adakköy.
Avcılar..... Hacılar.
Bağlarbaşı..... Bağlabaşını.
Bakırköy..... Bakirköy.
Bebek..... Nurtopu.
Beyoğlu..... Yobazoğlu.
Çarşamba..... Cuma.
Doğancılar..... Erdoğancılar.
Etiler..... Emeviler.
Etyemez..... Domuzetiyemez.
Fatih..... Vahdettin.
Feneryolu..... Ampulyolu.
Fındıklı..... Zındıklı.
Galata..... Galata-Port.
Habipler..... İmamhatipliler.
Harbiye..... Takıyye.
Harem..... Namahrem.
Haydarpaşa..... Haşama.
İkitelli..... İkifesli.
Kandilli..... Ampullü.
Kartal..... Deve.
Kurtuluş..... Kurtuluş İslam'da.
Kasımpaşa..... Tayyippaşa.
Kızıltoprak..... Yeşiltoprak.
Mahmutpaşa..... Mahmuthoca.
Mecidiyeköy..... Dolarköy.
Merter..... Mehter.
Moda..... Tesettür.
Nişantaşı..... Nurtaşı.
Okmeydanı..... Recmmeydanı.
Pangaltı..... Finans Kurumu Altı.
Paşabahçe..... Hocabahçe.
Paşalimanı..... Paşa Port.
Salıpazarı..... Cumapazarı.
Sarıgazi..... Sarıklıgazi.
Selamsız..... Selamünaleykümlü.
Sultanbeyli..... Şeriatbelli.
Tarabya..... Takunya.
Tarlabaşı..... Açmabaşı.
Ulus..... Ümmet.
Unkapanı..... Unakıtanı.
Ümraniye..... Ümmetçiye.
Yedikule..... Seven- Towers.
Zeytinburnu..... Hurmaburnu
olacak gibi...


Fena değil dimi :)

22 Nisan 2012 Pazar

GERİ DÖNÜŞÜM İŞÇİLERİ DERNEĞİ BAŞKANI ALİ MENDİLLİOĞLU İLE RÖPORTAJ

İstanbul’da  yaşayan  kağıt  toplayıcıların  yaşamlarını ve  sorunlarını  daha  iyi anlayabilmek  ve  onlar hakkında  daha  gerçekçi  bilgilere  ulaşmak  amacıyla, Geri Dönüşüm  İşçileri  Derneği  başkanı  Ali Mendillioğlu  ile  bir  röportaj  gerçekleştirdik. İstanbul’daki  kağıt  toplayıcılara  dair  sorduğumuz soruları  ve  Mendillioğlu tarafından verilen  cevapları röportajın  içeriğinde  bulabilir ve Mendillioğlu'nun kendisini tanıttığı kısa videoyu izleyebilirsiniz.


Proje Grubu: Dernek  kurma  fikri  nasıl  ortaya  çıktı ve  derneğin  kuruluş  amacı  nedir? 
Ali Mendillioğlu:  Belediyeler  2004  yılında  atık toplama işini lisanslı şirketlere vermeye başladı  ve böylece  çöp alanında özelleştirmeye gidildi. Çöp alanında  özelleştirmenin
başlamasıyla biz  kağıt   toplayıcıların  sorunları da  artmaya  başladı. İstanbul  başta  olmak üzere şehirlerdeki  belediyeler  arabalarımızı toplamaya,  depolarımızı  yakmaya ve
arkadaşlarımızı  darp  etmeye  başladı. Biz  de  bu  sorunlara  karşı  duruş  geliştirebilmek
ve örgütsel  olarak  hareket  edebilmek  amacıyla derneği  kurmaya  karar  verdik.

P.G: Geri  Dönüşüm  İşçileri  Derneği’nin  İstanbul  dışında  da  şubeleri  mevcut  mu? 
A.M:  Merkezi  İstanbul  olan  Geri  Dönüşüm  İşçileri  Derneği’nin  Ankara,  Adana  ve Antalya’da  da şubeleri  mevcuttur.

P.G: Derneğin  üye  sayısı  kaçtır? 
A.M: Son  bilgilere  göre  Antalya’da  178 kişi,  Ankara’da  600  kişi  ve  Adana’da  da  300 kişi derneğimize  üyedir.  İstanbul’daki  şubemizde  ise  40  üyemiz  bulunmaktadır.  

P.G:İstanbul’daki  üye  sayısının  diğer  şehirlere  göre  daha  az  olmasının  sebebi  nedir?
A.M: İstanbul  gibi  büyük  bir  şehrin  her  bölgesinde  faaliyet  gösterecek  ve  şube
açacak maddi  durumumuz  ve  gücümüz  ne  yazık  ki yok.  Şimdilik  sadece  Tarlabaşı bölgesinde faaliyet  göstermekteyiz  ve  bu  bölgede  kağıt  toplayanları  üye
yapmaktayız.  Ancak yakında  İstanbul’un  farklı  noktalarında da  şubeler  açıp,  üye
sayımızı  çoğaltmayı amaçlıyoruz.

P.G: Derneğin  faaliyetleri  nelerdir?
A.M: Lisanslı  şirketler  ve  belediyelerle  yaşanılan problemlere  karşı örgütlü hareket edilmesi için uğraşıyoruz ve bu konuda arkadaşlarımıza hukuki
destek sağlıyoruz. Bunun dışında da dönem  dönem kağıt  toplayıcılara  yardım  faaliyetleri  düzenliyoruz. Dernek olarak  Cevatpaşa  bölgesinde   iki kere ücretsiz  giysi  pazarı  kurduk.  Mağazalardan topladığımız  giysileri, bu  pazarda  ücretsiz  olarak ihtiyacı  olan  kağıtçı arkadaşlarımıza  dağıttık. Yine Tarlaşabaşı’nda  bir  aş  evi  kurduk. Haftada  bir  kez kağıt toplayıcı  arkadaşlarımıza  buradan  yemek dağıtıyoruz.

P.G: Derneğin sponsoru var mı? Faaliyetlerin maddi boyutu kim/kimler tarafından sağlanıyor? 
A.M:Hayır, derneğimizin bir sponsoru yok. Sadece dernek üyelerinin bağışlarıyla
faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.

P.G: Derneğin, üniversiteler ile ortak çalışmaları oluyor mu?  Bunlar Nelerdir? 
A.M: Evet zaman zaman oluyor. Bazen, Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde sempozyumlara katılıyoruz. Bunun dışında bu alanda araştırma yapan akademisyenlere ve
sizin gibi öğrencilere dernek olarak gereken yardımı sağlamaya çalışıyoruz.

P.G:Dernek, Avrupa Birliği fonlarından yararlanıyor mu? 
A.M:Bizim bu konuyla ilgili ortak bir ilke kararımız var. Hiçbir şekilde Avrupa Birliği
fonlarından yararlanmıyoruz.

P.G:Bu  kararınızın sebebini  öğrenebilir miyiz? 
A.M: Avrupa  Birliği ve fon gibi durumlar bizim örgütsel mücadelemizle örtüşmüyor. Biz kendi ayaklarımızın üzerinde durmaya çalışan bir derneğiz.

P.G:İstanbul’da kağıt toplama işini kimler yapıyor?
A.M:Göç meselesi bu konuda çok belirleyici bir faktör olmuştur. Şu
an Bingöl, Urfa- Siverek ve Van bölgelerinden gelenler İstanbul’da kağıt toplamada önemli bir yekun tutmaktadır.  Bunun dışında Romanlar, evsizler, sokak çocukları ve adli yükümlüler İstanbul’da kağıt toplama işini yapmaktadır.

P.G: İstanbul’da kağıt toplayıcıların sayısı nedir? 
A.M: Bu rakamı net olarak bilmek mümkün değil. Sadece Maltepe
bölgesinde 6 bin kağıt toplayıcısı olduğunu düşünürsek, İstanbul genelinde yüz binin üzerinde kağıt toplayıcısı olduğunu
söyleyebiliriz.

P.G: Diğer şehirlerle karşılaştırıldığında İstanbul’da kağıt toplayıcısı olmak avantaj mıdır/ dezavantaj mıdır?
A.M:Bu durum bölgeden bölgeye değişmektedir. Alışveriş ve eğlence merkezlerinin çok olduğu Taksim, Levent, Maslak, Cihangir gibi  bölgelerde  çalışmak  diğer şehirlerde çalışmaktan avantajlıdır çünkü bu bölgelerden çok atık çıkar ve kağıtçılar buralardan iyi para kazanır. Ancak  Fatih’te  çalışıyorsan  çok da avantaj değildir. Kısacası semte göre
avantaj ya da dezavantaj durumu değişmektedir.

P.G: Peki, Her  kağıt toplayıcısı istediği bölgeye gidip çalışabilir mi? 
A.M: Herkes  istediği yerde kağıt toplayabilir. Ancak kağıt toplayıcılar, yaşadığı semtin ve
kağıdı sattığı deponun etrafında çalışırlar. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi taşıdıkları
arabayla çok uzağa gidemezler. 

P.G:İstanbul’da bir kağıt toplayıcısının günü nasıl geçmektedir ve gün sonunda ne kadar para kazanmaktadır? 
A.M:  İstanbul’da kağıt toplayıcısı sabahın ilk ışıklarında kalkar ve işe çıkar, gece yarısına kadar çalışır. Neredeyse günde 14- 15 saat çalışır ve 200- 250 kilo atık toplar.
Topladıklarını depoya götürür, tarttırır ve parasını alır. Gün sonunda ise yaklaşık 35- 40 TL gibi bir miktar  eline geçer.

P.G:İstanbul’da yaşayan insanların kağıt toplayıcılara bakışı hakkında neler düşünüyorsunuz?
A.M:İstanbul’da yaşayan insanların bir kısmı kağıt toplayıcılarını potansiyel suçlu olarak görüyor ve kağıt toplayıcılarından korkuyor.  Ne yazık ki bu durum hâlâ aşılamamış bir gerçek.

P.G: Peki şimdiye kadar kağıt toplayıcılarına dair çekilen belgeseller hakkında neler düşünüyorsunuz? (Kağıtçı ve Çöpte Dostoyevski Buldum) 
A.M:Teknik ve  görsellik açısından  belgeselleri  iyi ya da  kötü  olarak  değerlendiremem
ancak  meseleyi  anlatma  açısından Kağıtçı belgeselini iyi buluyorum. Çöpte Dostoyevski Buldum’a  gelince  içerik  olarak  problemli  olduğunu  düşünüyorum. Kağıt toplama işinden,
sahafçılığa uzanan bir yaşam öyküsünü anlatan belgeselde, kişisel başarı hikayesinin öne
çıkarılmasıyla  sorunun kendisinden ve gerçeklikten  uzaklaşıldığını  düşünüyorum. İnsanlara
bakın  çöpten böyle bir adam çıktı demenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle
Kağıtçı  belgeselini  konu bakımından daha açıklayıcı buluyorum.

P.G:Kağıt toplayıcıların sorunlarına çözüm  bulmak adına  toplumdan  ve  devletten beklentileriniz  nelerdir? 
A.M: Öncelikle  insanlar, toplumda  bizim de var  olduğumuzu  ve  emeğimizle  para         kazandığımızın  farkına  varsın  yeter. Devletten  ise  sigorta,  hak, depo ya da maaş  gibi beklentimiz  yok.  Biz,  bizi  ortaya çıkaran şartlar yok edilmesini  istiyoruz. Böylece kimse  çöpe de çıkmak zorunda  kalmayacaktır.

İstiklal Caddesi’nde yer  alan Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nde gerçekleştirdiğimiz röportajda, sorulara içtenlikle cevap veren dernek başkanı Ali Mendillioğlu’na teşekkür ederiz.

Not: Video ve fotoğraflar 19.04.2012 tarihinde Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nde grup üyeleri Ezgi Aksu, Burcu Aydoğan ve Serap Bozkurt tarafından çekilmiştir.