Zamanı "Farklı" Düşünmek |
Arkeolojik ya da olay temelli söylem araştırmalarının seyrettiği en önemli izlek, salt arkeolojik çıktıların ve İstanbul içerisindeki
geçmişlerinin araştırmasını yapmak yerine, bu arkeolojik varlıkları, birbirinden
uzak görünen felsefi ve kuramsal görüşleri, üzerinde çalıştığımız arkeolojik
kaynak ile bağdaştırmak olarak gösterilebilir. Dünyada ve özellikle Kıta Avrupa
geleneği akademiye “Interpretive Archeologhy” adlı bir kavram sokmuş olmalarına
rağmen, Türkiye birçok kaynakla beraber hala metodolojisini sadece buluntuların
nasıl çıkarıldığını, nasıl tespit edildiğini ve nasıl müzeye getirildiğini
tarihsel bir süreç içerisinde salt bir gözlemci edimiyle kalarak
sürdürmektedir. Johnsen ve Olsen’e göre mevcut durumdaki arkeolojik
araştırmaların ve buluntuların bireysel yorumsamalara maruz bırakılmadan
felsefi tavrından soyutlanması demek, arkeolojinin daha teleolojik ve daha
geleceğe tekabül edici, dolayısıyla daha avantajlı özelliğinden soyutlanması
anlamına gelmektedir (Johnsen & Olsen 1992: s.419).
Antik Bir Küpün İçi- "Çukurcuma Antique" Mağazasından |
Arkeolojik
kazılar ile İstanbul’un gerek sosyal, gerek dinsel-ritüel, gerekse halkların
yaşayışı bakımından birçoğu farklı ve şimdiki başat düzenin çok gerisinde
(teknolojik olarak) olarak yorumlanabilen birçok öğeyi, zamansal homojen
fenomenler olarak ele almış ve arkeolojik zamandan şimdiye sosyal, gerek
dinsel-ritüellerin sağlam temeller sağlayabileceği tarafında durmuştur.Zamanı sadece
ilerleyen ve ileri gidebilen bir düzlem ile düşünmek, araştırmanın yalnızca
“şimdi”ye odaklanarak, normatif bağlamda “iyi” kabul edilenin daima “şimdi”’de
olduğunu ön kabullenmektir. Bu tutum da yönelim nesnesinin, insani öğelerin ve
kültürel farklılıkların gözden kaçırılmasına sebep olur. Heidegger, teknolojik
önkabüllere (a priori) sahip modern
insanın teknolojinin ve hızla öz’ünü kaybettiğine daha doğrusu bu öz
alanlarının işgal ettiğinden dem vurur. Bazı teknolojik ilerlemeci sosyal
okumalar da zamanın geçmiş momentlerinin örneklerini okumamızı ve buna yönelik
uygulama ufuklarımızı daraltabilir. Teknoloji, zamanın bu dilimde insanı öz zaman ve
uzam hakkını sürekli kesip biçerek onun öz ontolojisini kavramasına sahte
tanımlar yaratır. Dahası Heidegger, teknolojik ön kabullerin, öz’e karşı
giriştiği manipülasyonun bir iktidar aygıtı olarak kullanılabileceği ihtimalini
de öngörmüştür. Heidegger, toplumsal belleği diri tutan kolektif deneyimin (die Erfahrung) karşısına salt “şimdiki
zamanı” koyan bir yapı üreten bir teknolojik varlığın tehlikesinden dem vurur.Ferre’ye
göre (1995) bilimde teknik (tekhné)
kapsamı alabildiğince genişlerken iyice amorflaşarak insan düşüncesi daralarak
kaybolmuştur (Ferre 1995: s.71). Nalbantoğlu’na göre (2010) “İnsanı unutturmaya yönelik, devletin
zorbalık ve ideolojik aygıtlarının işleyişinden ya da kültür piyasasından,
profesyonelleşme şartları ve gerekirci modern insan yapısına dönüştüren
teknolojik ön kabuller oluşur. Kişinin isteği doğrultusunda gelişmeyerek verili
ve kalıcı bilgiler olarak özdeksel hale getirilmesi şart ve asil olan bilgiler
haline dönüşürler.”(Nalbantoğlu 2010, s.82).
Nietzsche’nin ‘sürü insanı’ olarak
nitelediği ‘güncelin içine hapsolan ‘bireysel’ yaşam deneyimi, tüm
modern oluş kurallarına uymuş olsa da, aslında sürü insanlığından kurtuluşun
reçetesi olarak yeniden “yaratıcı oluş” ile karşılaşmak mümkündür. Bu da zamanı yeniden yorumlayan bir deneyim nesnesi olarak "arkaik" zamana ilişkin aşılan ve ilerleyen ideaya karşı şüpheci bir bakış açısı meydana getirmiştir.
Kaynaklar
Küçükalp, K. (2008). Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu (Second ed., p. 134). Bursa: Sentez Yayınları.
Ferre, F. “Philosophy Of Technologhy”, (1995), Georgia Press. s.70-71.
“Heidegger: Varlığın Çobanı” (Cogito Üç Aylık Düşünce Dergisi içinden) Sayı. 64, (Nalbantoğlu, H. “Manipülatif Düzen-Devasalık- Amerikanlaşma”) (2010). İstanbul: YKY. s. 82-84.
0 yorum:
Yorum Gönder