İstanbul Boğazı’na dair anlatılan bir çok efsane bulmak mümkündür fakat bunlardan Zeus ve İo efsanesi Bosphorus adının nerden geldiğine dair olması, bir diğeri de Kutsal kitaplarda adı peygamber olarak geçen Zulkarneyn’in aslında Büyük İskender olduğunu anlatması bakımından oldukça ilgi çekicidir.
Zeus ve İo Efsanesi
“Çapkınlıkları ile ünlü olan Zeus yine bir
kaçamak peşindedir ve güzeller güzeli İo ile aşk yaşamaktadır. Günlerden bir
gün Zeus ile İo, Egenin cennet gibi kıyılarında gönül eğlendirirken; Zeus’un
karısı Hera gizli aşıkların olduğu yere doğru gelmektedir. Zaten son günlerde
Hera bazı şeylerden şüphelenmeye başlamıştır; bunun farkında olan Zeus,
Hera’nın bulundukları yere yaklaşmakta olduğunu anlayınca İo’nun ve kendisinin
etrafını bulutlarla çevrelemiş fakat şüpheleri artan Hera bir üflemesi ile
bulutları yok etmiştir. Azılı çapkın tam yakalanacakken aklına cince bir fikir
gelmiş ve İo’yu öküze çevirmiştir. Ama Hera bu durumdan da şüphelenmiş ve
öküzün (yani İo’nun) başına onu hiç rahat bırakmayan sinekler yollamıştır.
Sineklerden kaçmaya başlayan İo Ege’den başlayarak İstanbul’a kadar gelmiş,
boğazı geçmiş ve Kafkas’lara kadar kaçmıştır. Yunancada öküz anlamına gelen
“Boô” ve geçit anlamına gelen “ôqo” sözcüklerinin birleşmesinden oluşan
Bosphorus (öküz geçidi) işte bu efsanenin sonucu ortaya çıkmıştır.”
Efsanenin diğer versiyonu ise
şöyle:
“Mitolojik zamanlarda bir güzellik
yarışması düzenlenir ve yarışmayı Afrodit kazanır. Çapkın Zeus bu güzellik
karşısında dayanamaz ve Hera’ya fark ettirmeden Afrodit ile buluşmak ister.
Boğazın karşı kıyısında bir mağarada buluşmak üzere anlaşırlar. Bunun üzerine
Zeus Boğaz’ın üzerine gökkuşağından bir köprü yapar ve kendisini de altın
boynuzlu bir öküze dönüştürerek bu köprüden geçer ve Afrodit ile buluşur.”
İstanbul Boğazı Efsanesi
İstanbul Boğazına dair bir diğer efsanede ise, Hz. Zulkarneyn ve İskenderin aynı kişi olduğu anlaşılmaktadır. Bu efsaneyi deAli İmren’in kaleminden okuyalım.
‘‘Zülkarneyn’in hükümdarlığı sırasında İzmir’de büyük bir kavim ve onun hükümdarlığını yapan Katerina adında bir kraliçe yaşamaktaymış. İskender Zülkarneyn bütün çalışmalarına rağmen bu kavme sözünü geçiremediği gibi onları mağlup da edememiş. Nihayet Büyük Hakan bu kavmin harp gücünü öğrenmek üzere kıyafet değiştirerek elçi sıfatıyla Katerina’nın sarayına gitmeye karar vermiş ve yola çıkmış. Katerina’nın sarayı Menemen ile Ulucak köyü arasındaki ovadaymış. İskender saray yakınına geldiği zaman, saray muhafızlarına İskender Zülkarneyn tarafından Kraliçe’ye elçi gönderildiğini ve kendisine bir mektup sunacağını söylemiş. Muhafızlar durumu Kraliçe’ye haber vermişler. Kraliçe de elçiyi huzuruna kabul etmiş. Elçi huzura gelince İskender’in mektubunu Kraliçe’ye uzatırken göz göze gelmişler. O anda Kraliçe bir çığlık koparmış ve muhafızlarına bu adamın tehlikeli olduğunu ve iyi muhafaza edilmesini emretmiş. Sonra İskender’e dönerek; “Sen elçi değil, İskender Zülkarneyn’in kendisisin!” demiş ve masasındaki bir resmi İskender’e uzatarak: “Bu sen değil misin?” demiş. Meğer Kraliçe kendine düşman olan İskender’in bir kolayını bularak, resmini elde etmiş ve masasından hiç ayırmıyormuş. Kraliçe, buraya ne maksatla geldiğini, kaderinin kendi elinde olduğunu ve bir teklifte bulunacağını teklifini kabul ederse serbest kalabileceğini, kabul etmezse zindana attıracağını uygun bir dille İskender’e anlatmış. İskender, durumun gizlenecek tarafı kalmadığından, ne maksatla geldiğini anlatmış ve: “Teklifin nedir?” diye sormuş. Kraliçe: “Benim ülkeme ve kavmim üzerine asker gönderip harp etmeyeceğine yemin etmeni isterim.” demiş. İskender bu teklifi kabul etse intikam alamayacak, etmezse kavminden habersiz geldiği için uzun yıllar hapsedileceği için ordusunda kargaşa çıkacak, ülke ve kavminin perişan olacağını düşünerek:“Teklifini kabul ediyorum. Ülkene ve kavmine asker ile saldırmayacağıma yemin ediyorum.” demiş.
İstanbul Boğazı Efsanesi
İstanbul Boğazına dair bir diğer efsanede ise, Hz. Zulkarneyn ve İskenderin aynı kişi olduğu anlaşılmaktadır. Bu efsaneyi deAli İmren’in kaleminden okuyalım.
‘‘Zülkarneyn’in hükümdarlığı sırasında İzmir’de büyük bir kavim ve onun hükümdarlığını yapan Katerina adında bir kraliçe yaşamaktaymış. İskender Zülkarneyn bütün çalışmalarına rağmen bu kavme sözünü geçiremediği gibi onları mağlup da edememiş. Nihayet Büyük Hakan bu kavmin harp gücünü öğrenmek üzere kıyafet değiştirerek elçi sıfatıyla Katerina’nın sarayına gitmeye karar vermiş ve yola çıkmış. Katerina’nın sarayı Menemen ile Ulucak köyü arasındaki ovadaymış. İskender saray yakınına geldiği zaman, saray muhafızlarına İskender Zülkarneyn tarafından Kraliçe’ye elçi gönderildiğini ve kendisine bir mektup sunacağını söylemiş. Muhafızlar durumu Kraliçe’ye haber vermişler. Kraliçe de elçiyi huzuruna kabul etmiş. Elçi huzura gelince İskender’in mektubunu Kraliçe’ye uzatırken göz göze gelmişler. O anda Kraliçe bir çığlık koparmış ve muhafızlarına bu adamın tehlikeli olduğunu ve iyi muhafaza edilmesini emretmiş. Sonra İskender’e dönerek; “Sen elçi değil, İskender Zülkarneyn’in kendisisin!” demiş ve masasındaki bir resmi İskender’e uzatarak: “Bu sen değil misin?” demiş. Meğer Kraliçe kendine düşman olan İskender’in bir kolayını bularak, resmini elde etmiş ve masasından hiç ayırmıyormuş. Kraliçe, buraya ne maksatla geldiğini, kaderinin kendi elinde olduğunu ve bir teklifte bulunacağını teklifini kabul ederse serbest kalabileceğini, kabul etmezse zindana attıracağını uygun bir dille İskender’e anlatmış. İskender, durumun gizlenecek tarafı kalmadığından, ne maksatla geldiğini anlatmış ve: “Teklifin nedir?” diye sormuş. Kraliçe: “Benim ülkeme ve kavmim üzerine asker gönderip harp etmeyeceğine yemin etmeni isterim.” demiş. İskender bu teklifi kabul etse intikam alamayacak, etmezse kavminden habersiz geldiği için uzun yıllar hapsedileceği için ordusunda kargaşa çıkacak, ülke ve kavminin perişan olacağını düşünerek:“Teklifini kabul ediyorum. Ülkene ve kavmine asker ile saldırmayacağıma yemin ediyorum.” demiş.
Böylece İskender muhafızlar eşliğinde sağ salim
ülkesine gönderilmiş. İskender ülkesine dönerken Akdeniz ile Karadeniz’in yüksekliğini
ölçmüş. Karadeniz’in Akdeniz’den çok yüksek olduğunu anlamış. Karadeniz’i
taşırdığı takdirde Katerina’nın sarayının sular altında kalacağını hesaplamış.
Karadeniz ile Akdeniz’in en yakın ve kestirme yolu olarak şimdiki İstanbul
Boğazı sahasını uygun bulmuş. Böylece milyonlarca işçi ile gece gündüz bu yeri
kazdırmaya başlamış. Üç yıl on üç günde kazı işi tamamlanmış. On üçüncü gün
şafakla beraber boğaz kendiliğinden taşmış. Dağlar kadar yükselen azgın
Karadeniz suları bütün Trakya ve Ege denizi sahillerini yüzlerce metre
kalınlıkta su tabakasıyla kaplamış. Böylelikle İskender ettiği yemine sadık
kalarak intikamını almış. Katerina ve kavmi sular altında kalarak yok olmuşlar.
Böylece İstanbul Boğazı ortaya çıkmış.’’
Kaynaklar;
Ali İmer,
“İstanbul Boğazı Efsanesi”, Türk Folklor Araştırmaları, C. 18, S. 164,Yıl: 14,
1963, s.2997–2998
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder